Bektaşinin birine sormuşlar:
- Erenler, dün gece ne iş gördün. Bektaşi:
- Hava açıktı. Tepsiyi alıp bahçeye çıktım, derken gökyüzü bulutlandı. Ben çaktım, şimşek çaktı, ben çaktım. Sonra ben sızmışım. O ne yaptı bilmem!...
Bektaşi fıkraları
Ben çaktım, O çaktı!
Allah, affeder. Fakat...
Bir gün Bektaşiye sormuşlar:
- Baba erenler, niçin oruç tutmazsınız?
- Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.
- İftara çağırsalar gider misin?
- Aaa... doğrusu ne yapar eder giderim.
- Canım, bu nasıl olur? Allah’ ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetine icabet ediyorsun.
- Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir. Bir eşref saatine gelirse kulların günahını derhal affedebilir. Fakat insanlar böyle midir ya? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için davetlere derhal icabet etmek gerekir.
Doğru Söz!
Bektaşi içiyordu. Kendisine:
- Sarhoş olmaktan korkmuyor musun, dediler. O:
- Hayır, benim sarhoşluğumdan kimseye bir zararım dokunmaz ki. Siz asıl içmeden sarhoş olanlardan çekinin.
- Kim onlar?
- Bunlar bir takım sonradan görmelerdir ki, ellerine dünya malı geçtiği için ne oldum delisi olurlar.
Onu da yarın yapırım!
- Aman! Şevketli efendimiz türbeyi ziyarete geliyor, demiş.
Bunu duyan Bektaşi canı fena halde sıkılarak yerinden kalkmış, hazırladığı şeyleri bir tarafa kaldırarak el pençe divan durup Padişahı beklemeye başlamış. Biraz sonra, muhteşem bir alayla Sultan Mahmut gelmiş, türbeye girmiş. Adet olduğu şekilde üç İhlas bir Fatiha okunduktan sonra Padişah oraya buraya göz gezdirmeye başlamış. Türbedara dönerek :
- Her tarafı bakımsız buluyorum.
Dedikten sonra, emirler vermeye başlamış:
- Şu perdelerin tozunu al.
Türbedar derhal bir merdivene tırmanmış, perdelerin tozlarını almış.
- Şuralarda da örümcekler var.
Türbedar derhal tavan süpürgesine sarılmış, örümcekleri de almış.
- Mübarek zatın sandukası üzerindeki örtüler pek de karmakarışık. Şunları da düzelt.
Türbedar derhal sanduka üzerindeki örtüleri indirmiş. Yeniden sermiş.
- Bu muhterem vezirin kavuğu da berbat bir halde. Çabuk, sarığı çöz de yeniden sar.
Alışkın olduğu keyif saatini geçirmiş. Fena halde sersemlemiş olan Bektaşi türbedarın, artık sabrı tükenmiş ve demiş ki:
- A benim şevketli Hünkarım! Bu herif de yarın bayram selamlığına yetişecek değil ya onu da yarın yaparım
Ne kadar değişmişsin!
- Azizim! Burada ne bekliyorsunuz? Buyurun, beraber gidelim. Hiç olmazsa eski günlerden konuşuruz, demiş.
Fakat adam bu teklifi kabul etmemiş:
- Beni affetseniz. Burada beklemeye mecburum.
Diyerek cevap vermiş. Bektaşi nasılsa bir meraka kapılmış. Sormaya başlamış:
- Birini mi bekliyorsun, azizim?
- Evet. Eşeğimi getireceklerdi.
- Eşeği ne yapacaksın?
- Vallahi dostum, şimdi üç adım bile yaya gidemiyorum.
- Yaaa! Demek ki sen, eşek olmayınca üç adım bile gidemiyorsun, ha? Vah, vah, vah. Meğer ne kadar değişmişsin.
Soğuğu ananın karnında almışsın...
Bektaşinin bir komşusu varmış. Bu adam o derece sevimsizmiş ki, Bektaşi bu adamdan hiç hoşlanmazmış. Bu adam Bektaşiyi ne zaman görse nezleden şikayet edermiş.
- Öyle bir soğuk almışım ki, diye söze başlarmış.
Bektaşi, dayanamamış. Nihayet günün birinde:
- Be imanım, bana kalırsa sen asıl soğuğu ananın karnında almışsın.
Diyerek, sevimsiz komşusunun soğukluğunu yüzüne vurmak suretiyle yakasını onun elinden kurtarmış
Diğer Makaleler...
Sayfa 1 / 2