Eldeki çalışmada İstanbul’da tarihte varolmuş olan veya bugün ayakta duran Bektaşi dergahlarının, özet bilgilerle bir listesi verilecektir. 1925’te 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatıldığı döneme kadarki, İstanbul Bektaşi tekkelerinin sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. 9, 10, 12. 13 veya 14 gibi .. Zira sultan II. Mahmud (1808 – 1839) döneminde Bektaşi tarikatlarına ve tekkelerine gelen yasaklar (1241 – 1826), bu yasağın fiilen olmasında resmen ve sureten Osmanlı döneminin sonuna kadar (1920) sürmesi, bundan dolayı tekke ve zaviyeleri konu alan mecmualarda Bektaşi ya yer verilmeyişi ya da sureten Nakşi gözüktüğü için Nakşi tekkeleri meydanında sayılmaları, İstanbul’daki Bektaşi tekkelerinin sayısının tespitini güçleştirmektedir. Ayrıca Bektaşi tekkelerinin çokluğunun şehrin, yerleşim alanlarının dışında uzak yerlerde, Yeniçeri kışlalarına yakın mekanlarda veya kışla içlerinde yapılmış olmaları, bunun yanı sıra II. Mahmud döneminde, Yeniçeri kışlaları ve bunların dışındaki 9 tekkenin (bilinen) yıktırılması da, sayının tespitini güçleştiren bir nedendir. 1826 sonrasındaki propagandaların tesiriyle tarikatlar ve tekkeleri konusunda çalışma yapanların, Bektaşiliğe soğuk bakmaları da bunda önemli bir etkendir.
Eldeki çalışmada İstanbul’da tarihte varolmuş olan veya bugün ayakta duran Bektaşi dergahlarının, özet bilgilerle bir listesi verilecektir.1925’te 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatıldığı döneme kadarki, İstanbul Bektaşi tekkelerinin sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. 9, 10, 12. 13 veya 14 gibi .. Zira sultan II. Mahmud (1808 – 1839) döneminde Bektaşi tarikatlarına ve tekkelerine gelen yasaklar (1241 – 1826), bu yasağın fiilen olmasında resmen ve sureten Osmanlı döneminin sonuna kadar (1920) sürmesi, bundan dolayı tekke ve zaviyeleri konu alan mecmualarda Bektaşi ya yer verilmeyişi ya da sureten Nakşi gözüktüğü için Nakşi tekkeleri meydanında sayılmaları, İstanbul’daki Bektaşi tekkelerinin sayısının tespitini güçleştirmektedir.
Araştırmalar Türkçe
Makalelerde yer alan görüşler yazarlarına aittir. Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Sitesini bağlamaz.
İstanbul Bektaşi Tekkeleri (.zip)
Kazlı Çeşme (Eryek/Erikli Baba) Bektaşi Tekkesi
Müfit Yüksel
Kazlıçeşme, İstanbul sur dışında Yedikule’nin karşısına düşen semtin adıdır. Semt, adını halen mevcut olup 953/1546 tarihli ve üzerinde kabartma bir kaz tasviri bulunan ünlü çeşmeden alır. Üzerinde yer alan kaz tasvirinden dolayı çeşmeye verilen Kazlıçeşme adı, semte de ad olmuştur. Bu çeşmenin yapılışı ile ilgili Kömürcüyan’ın İstanbul Tarihinde şu şekilde bir hikaye yer alır.
<< Kazlıçeşme'ye verilmiş olan bu adın sebebi şudur: Bir kaz, otladığı sırada yeri eşeler ve eşelediği yerde bir su çıkar. Halk ta burasını kazarak bir menbâ bulur ve suyu getirip bir çeşme yapar.>> (Kömürcüyan;1952, 28)
Evliya Çelebi ise çeşmeyi ve kaz resmini şu şekilde tasvir eder;
<< Yedikule kasabasının haricinde bir çeşme-i cânfezanın kemeri altında çarköşe (dörtköşe) bir beyaz mermer üzere üstad-ı mermer bir kaz tasvir etmiştir ki, dillerle tabiri imkansızdır. Gören zîrûh (canlı) zanneder. Buna binaen o çeşme, kazlı çeşme namı ile şöhretyâb olmuştur.>> (seyahatnâme; 1314, 1, 391-92)
953/1546 tarihli çeşmenin kitabesi şudur:
Kim nazar etti bu Safâya
Dedi: <<buna Kevser olmaz kafiye>>
Gördü bir aşık dedi tarihini:
<<Nûş eden Yarâna sıhhat afiyet>>
953
Tahtacılar, Tahtakuşlar Köyü ve 5 telli saz
Vatan Özgül
Akçay’a 5 kilometre uzaklıkta olan Tahtakuşlar Köyü, Türkiye’deki ilk ve tek özel etnoğrafya müzesine sahip olması gibi değişik bir özelliğe sahip olan köydür. Geçmiş kültürüne, gelenek ve göreneklerine sıkıca bağlı olan bu köy ile ilgili televizyonda birçok program yapılmış, bazı folklor ve coğrafya dergilerine de konu olmuştur.
Tahtakuşlar köyü, Kazdağının eteğinde kurulmuştur. Bu köyde yaşayanlar Tahtacıdır. Tahtacılar, Ege ve Akdeniz bölgesinin özellikle dağlık kesimlerde yaşamlarını sürdüren Alevi-Türkmen aşiretidir. Tahtacı isminin, geçmişte ormancılık ve dolayısiyle tahtacılıkla uğraşmış olmalarından ileri geldiği söylenmektedir. Geçmişte göçebe olarak yaşayan bu aşiret, yerleşik yaşama ayak uydurmuş durumdadır. Toroslar’da hala göçebe hayat sürdürenleri bulunmaktadır. Tahtakuşlar Köyünün yakınlarında bulunan diğer Tahtacı köyleri ve mahalleleri; Mehmet Alan Köyü, Hacı Hasan Köyü, Çamcı Köyü, Yassı Çalı Köyü, Doyram Köyü, Kavlaklar Köyü, Güre Beldesi Türkmen Mahallesi ve Pelitili Köyü Türkmen Mahallesidir.
Akçay çevresinde Yörük ve Türkmen köyleri bulunmaktadır. Yörükler, Sünni İslam inancındadırlar. Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için ‘Aramızda soğan zarı gibi ince fark var’ deselerde bu farklı dinsel inanç içindeki köyler arasında hemen hemen hiçbir sosyal ilişki bulunmamaktadır. Her iki topluğun, geçimlerini zeytincilik ile sağlıyor olmaları ortak özellikleridir.
20. Yüzyıl'dan Önce Balaban Aşiret -i (.zip)
20. YÜZYIL’DAN ÖNCE BALABAN AŞİRETİ - 1
OSMANALI DEVLETİ’NİN KURULUŞUNDA BALABANLILAR
Diğer Türkmen boylarıyla aynı kadere sahip olan Kayı Boyu, Moğol istilası ve Selçuklular’ın aşiretleri iskan politikası nedeniyle Horasan taraflarından Anadolu’ya, Anadolu’nun Batı kısmına doğru geldiler ya da getirildiler. Kayı Boyu’nun Moğol istilasından dolayı kaçıp, diğer Türkmen boylarıyla birlikte Anadolu’ya göç ettiği ve Osmanlı devletinin Kayı boyu tarafından kurulduğunu vurgulayan tezin (tezlerin) bilimsel gerekçelere dayanmadığı iddia edilmektedir. Bu iddia Fuad KÖPRÜLÜ’ye aittir2. Fuad KÖPRÜLÜ, Osmanlı Devleti'nin Türkmenler’in Kayı adındaki küçük bir aşiret parçasının başında bulunan Osman tarafından kurulduğunu belirtmektedir. Osmanlılar’ın temelinde Gaziler olduğunu iddia etmektedir. Anladığımız kadarıyla Gazilik’ten kasıt Alp-Erenlik ya da Gaziyan-ı Rum denilen ve çoğunca Heterodoks İslam inancındaki kolonizatör Türkmen dervişleri ve onların yönlendirdiği Türkmen gruplarıdır. Aynı olgu Balkanlar’ın fethinde, Balkanlar’ın İslamlaşması ve Türkleşmesi’nde de önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Osman Bey, Şeyh Edebalı, Orhan Bey ve 1. Murad’ın Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad gibi Vefai-Babai tarikat ulularıyla olan ilişkileri, Proto-Kızılbaş Türkmen3 gruplarının Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında ne denli önemsendiğinin bir göstergesi olsa gerektir4. Bu noktada Cengiz ORHONLU'nun tespitlerini aktaralım:
Bonn'da Alevi-Bektaşi Sempozyumu Üzerine
Markus Dreßler (Erfurt/Almanya)
Bonn-Bad Godesberg'de 10.-11. ocakta Alevi-Bektaşi-Kültür Enstitüsü tarafından alevi ve bektaşi dininin sorunlarını ele alan bir sempozyum düzenlendi. Alman Türkiye Araştırma Merkezi ve en büyük kısmı özel teberrularca finanse edilmiş olan kongreye tanınmış araştırmacılar, Alevi dedeleri, bir Bektaşi babası ve Alevilik-Bektaşiliğe yakın yazarlar ve aydınlar katılanların arasında idi. Alman ve türk siyasetciler de mevcut idi (almanlardan Sosyal Demokratlar ve Vertlerin temsilcileri, türklerden CHP`nin bazı üyeleri ve büyükelci Volkan Vural) şahsen katılamayanlar en azından selam mesajlarını gönderdiler (alman Sosyal Demokrat Rudolf Scharping, CHP başkanı Deniz Baykal, başbakan Mesut Yılmaz). Bu olmazsa Alevilerin seçmen olarak hem Almanya'da hem Türkiye'de ciddiye alındıklarını gösteriyor.
Alevilik tarihine dahil bazı sorunların henüz aydınlık kazanmadığı sempozyumda bir daha göz önüne sürüldü. Örneğin Alevi-Bektaşi ayrıcalığı meselesi sürekli ele alınmasına rağmen ikisinin arasındaki farklılıklar gerektiğince aydınlatılmadı. Kendisini "Alevi-Bektaşi" sayanların çoğu her iki kavramı aynı din ya da zihniyet için kullanıyor. Bu aldırmazlığın değişik sebepleri var. Bunlardan biri Alevilerin büyük bir kisminin 16/17 yüzyilin itibaren 14. asırda kurulmuş olan heterodoks bektaşi tarikatin †elebiyan kolunu zihni dinsel rehberlik ekibi olarak kabul ederlerdi. Bu ilişkiden benzer bir ibadet tarzi, büyük bir kısmı özdeş bir terminoloji ve Bektaşi tarikatin dayandığı efsanevi Hacı Bektaş Veli gibi evliyaların ortak tazmi kaynaklıyor. Buna rağmen Bektaşi ve Alevi arasında belirgin farklar var. Alevilerde kişi doğuştan itibaren bu topluluğa üyesi sayılırken topluluğuna sanki doğumla giriyor (cem birliğine girmek için özel bir nasip alma olmasına rağmen). Bektaşi tarikatine ise sadece nasip alarak girilebilir. Başka tarikatlar gibi bu tarikate 1925 yılındaki sekülarizm tedbirlerinin sonucu olarak yasaklanmıştır ve bu zamandır kamunun ötesinde gayri kanuni sanki algılanmayan bir varlığına bürünmüştür. Bügün Bektaşi ailesinden gelen ve kendini Bektaşiliğin din ve hayat anlayışına bağlı hissedenler nasip almamalarına rağmen kendilerini "Bektaşi" sayıyorlar.
Kent Ortamında Alevilerin Kendilerini Tanımlama Biçimleri ve İnanç Ritüellerini Uygulama Sıklıklarının Sosyolojik Açıdan Değerlendirilmesi
Ali Aktaş (Sosyolog/İstanbul)
I.GİRİŞ
Ülkemiz genelinde de, bölgeler arasındaki dengesizliklerle, kentsel ve kırsal yerleşim yerleri arasında farklılıklar göze çarpmaktadır. Gerek kentler düzeyinde, gerek ülke çapında bölgesel düzeyde çoklu yapılar gözle görünür düzeydedir. Ancak genel çizgileri ile gelişmemiş bölgelerin (özellikle kırsal alanların), gelişmiş bölgelere (kentsel alanlara) oranla çözüm bekleyen sorunları daha kapsamlı ve yoğundur. Kırsal alanlardaki doğurganlığın çok yüksek oluşu, aşırı kırsal nüfus artışı göçlerle kente yansımakta, kent nüfusunu arttırmaktadır. Bundan dolayı Türkiye’deki kent nüfusu, kırsal nüfustan fazladır. 1993 yılında kent nüfusu 33.619.996 iken kırsal nüfus 26.619.004’tür. Ancak bu durum kentlerdeki doğal nüfus artışından gelmemekte, kırsal kesimden kentlere göçler nedeniyle olmaktadır.1
Bireyler ve onların oluşturdukları topluluklar bilgi, görgü, düşünce ve davranış yönünden farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş bölgelerde yüksek öğrenimli bireyler, gelişmemiş bölgelerde okuma ve yazması bile olmayan bireyler bu farklılıklara en açık örneği teşkil etmektedir. Aynı yerde yaşayan, aralarında kültürel-ekonomik-toplumsal eşitsizlikler, farklılıklar, dengesizlikler bulunan sos yo-ekonomik, sos yo-kültürel yapıları farklı ikili bir topluluk sürekli olarak birlikte yaşamaktadır (Gecekondu kesimi ve zengin kesim gibi) ve bu iki ayrı topluluk birbirleriyle karşılıklı etkileşim içindedirler.2
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu'nun Ardından
Ben bu makalemde daha önce ele almayı sürdürdüğüm yazı dizisine ara vererek, 22-24 Ekim 1998 tarihlerinde Ankara Gazi Üniversitesi’nce düzenlenen ve 100’e yakın yurtiçi ve yurtdışından bilim adamının katıldığı Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu’na değinmek istiyorum. Çünkü bu sempozyumla çok önemli gördüğümüz bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.
Gazi Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan bu merkez geçmişte, Alevi-Bektaşi çevrelerce, bir bilimsel araştırma kurumu olmaktan çok, ideolojik bir yapılanma olarak görülmüş ve faaliyetleri ihtiyatla karşılanmıştı. Ancak daha sonra bu merkezin kadrosunda bazı değişiklikler yaşandı ve merkezin başına Prof. Dr. Alemdar Yalçın getirildi. Bu değişiklikler sonucunda merkezin faaliyetlerini arttırdığı ve özverili bazı çalışmalara yönelindiği görüldü. Yaklaşık bir yıldır hazırlıkları süren çabaların ürünü olan bu sempozyum ise bu merkezin gerçekleştirdiği en önemli çalışma olarak görülebilir. Merkez bu sempozyumla her ne kadar eksiklikleri de olsa, devlet kurumlarının bu zamana kadar ihmal ettiği bir konunun enine boyuna ele alınmasını sağladı.
Burada bu sempozyum programına, sempozyuma katılanlara ve sunulan tebliğlere ilişkin bazı bilgiler vermek istiyorum. Öncelikle sempozyuma işleyişini ve programı sunduktan sonra genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Sempozyum 22 Ekim 1998 günü sabahı protokol konuşmalarıyla başladı. Bildirilerin sunulmasına öğleden sonra geçildi. I. Salonda oturumu A.Ü. DTCF Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zafer İlbars yönetti. Oturum başkan yardımcılığını G.Ü. Halk Edebiyatı Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Hamiye Duran yaptı. Bu oturumda sırasıyla Dr. Nezihe Araz “Hacı Bektaş’ın Kimliği, Etik ve Estetik İlkeleri”, Prof. Dr. Niyazi Öktem “Anadolu Aleviliği ve Hacı Bektaş Veli”, Recep Bilginer “Hacı Bektaş ve Sosyal Barış”, Yrd. Doç Dr. Atilla Erden “Anadolu Kültürel Yapısı İçinde Alevilik” adlı tebliğlerini sundular. Çay arasından sonra II. Oturuma geçildi. Oturum başkanlığını Yazar Recep Bilginer, başkan yardımcılığını Yrd. Doç. Dr. Ali Yakıcı üstlendi. Bu oturumda sırasıyla Mehmet Nuri Yılmaz’ı temsilen Diyanetten bir yetkili “Hacı Bektaş Veli ve Anadolu’nun İslamlaşması”, Prof. Dr. İzzettin Doğan “Göçebe Türk Kavimlerinin Anadolu’ya Getirdikleri İslam Anlayışı”, Aziz Yalçın “Hacı Bektaş Veli, Bir Yüce Toplum Önderi” adlı tebliğlerini sundular. Aynı gün II. Salonda İsmet Zeki Eyüboğlu “Türk Düşüncesinde Üç Hacı Bektaş Veli”, Sedef Gönenç “Hacı Bektaş İlçesinin İmar Planı”, Prof. Dr. Umay Günay “Hacı Bektaş Veli ve Duygusal Olgunluk”, Prof. Dr. Mürsel Öztürk “Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Devirdeki Nişabur” adlı tebliğlerini sundular. Çay Arasından sonra II. Oturuma geçildi. Bu oturumda sırasıyla Atilla Fırat “Anadolu Aleviliği, Hacı Bektaş Veli’nin Düşüncesi ve Türk Yaşamında Etkileri”, Prof Dr. Hayrani Altıntaş “Hacı Bektaş Düşüncesinde Olgunluk”, Prof. Dr. Muhan Bali “İki Bilim Adamı ve Hacı Bektaş Veli” adlı tebliğleri sundular. Bu oturumda Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak hocamız söz alarak Prof. Dr. Muhan Bali’nin bazı iddialarına yönelik kısa bir konuşma yaptı.
Diğer Makaleler...
- Kızılbaş Alevilerin Düşkün Ocağı Hıdır Abdal Sultan
- Hacı Bektaş Veli'nin Yaşadığı Tarihsel Ortam
- Değişim Sürecinde Alevilik
- "BEKTAŞİLİK TETKİKLERİ"ne Sunuş
- Şeyh Bedreddin ve Yaşayan Tarikatı
- Trakya ve Balkanlarda Bektaşilik
- Trakya'da Tarikatların ve Törelerin Zayıflamasına Yol Açan....
- Yaşayan Bedreddinilik
Sayfa 2 / 15