Alevilik ve Bektaşilik Araştırmaları Sitesi

  • Full Screen
  • Wide Screen
  • Narrow Screen
  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size

Araştırmalar Türkçe

Makalelerde yer alan görüşler yazarlarına aittir. Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Sitesini bağlamaz.

Kerbela Kırımı ve İmam Hüseyin Üzerinde Değerlendirmeler

Yazdır PDF

aaa_kerbela.gif

Dr. İsmail Kaygusuz

Sünni İslam dışında ve kendilerini Caferi diye adlandıran Şiiler ile Alevi-Bektaşiler İmam Hüseyin ve Kerbela şehitleri için yas ayı kabul ettikleri Muharrem ayında oniki gün oruç tutarlar. Her yıl Kurban bayramının ilk gününden itibarın, üçüncü haftanın son günü başlatılan İslamın bu kesimi için bu oruç, aynı zamanda bir ibadet olarak algılanmaktadır. İmam Hüseyin’in şehit edildiği gün olan orucun sonunda Şiiler, zincirlerle döverek, kesici aletlerle yaralayarak kendikendilerine işkence ederler. Bu şekilde ıztırap çekerek, İmam Hüseyin’in o korkunç ve dayanılmaz acılarına ortak olduklarına inanırlar. Alevilerde ise hiç su içmedikleri Muharrem orucu, onikinci gün aşure çorbasının pişirilip dağıtılmasıyla son bulur. O gece Cem yapılır ve Kerbela olayını anlatan, saz eşliğinde özel makamla okunan Mersiyeler (ağıtlar) söylenir ; şehitler için ağlar, gözyaşı dökerler ve Yezid’e lanet okurlar Cem’e katılmış olan canlar. Yine Alevi-Bektaşilerin Muharrem dışında da Görgü Cemleri, ‘Cem Birleme’ adını verdikleri törende, su ya da şerbet dağıtılırken, İmam Hüseyin ve Kerbela şehitlerini anan övgü ve sevgi nefesleri söylenerek (tevella), Yezit ve Muaviye’ye lanetler (teberra)okunarak sona erdirilir.

Aşağıdaki yazı, İslam tarihinde korkunç ve dengesiz bir siyasal olay olan Kerbela kırımı ve İmam Hasan ile Hüseyin üzerinde yapılan farklı yorum ve değerlendirmelere nesnel bakış açısından bir yaklaşımdır:

Devamını oku...

Yine Birileri Birşeyler mi Tezgahlıyor?

Yazdır PDF

aaa_fugur.gif
Dr. M. Akif AKALIN

2001 yılının ilk üç ayı Aleviler açısından çok dikkat çekici gelişmelere sahne oldu. Bunlar arasında Alevi gençler ile, bazı yasadışı örgütler arasında ilgi kurma çabalarını; Kızıldeli dergisinin DGM tarafından “halkı din ve mezhep farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa kışkıtrma” gerekçesiyle toplatılmasını; Alevi – Bektaşi Kuruluşları Birliği Kültür Derneği’nin kuruluş dilekçesinin Ankara Valiliği tarafından onaylanmamasını ve yeni Cemevleri yapılmasını engelleme girişimlerini sayabiliriz.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İl Müftüleri toplantısında bir Alevi Raporu dağıtması; MGK, MİT ve İçişleri Bakanlığı’nda Alevilerin ve Alevi örgütlerinin tartışılmaya başladıkları yolunda duyumlar alınması ve “belli merkezlerden” bazı Alevi kuruluşlarını açıkça hedef gösteren yayınların başlatılması da önemli gelişmelerdir.

Bu gelişmeler karşısında Aleviler, “yüzyılların deneyimi” ile hemen duyarlılıklarını ortaya koymuşlar ve bu gelişmelerin Maraş, Çorum, Sivas... katliamlarını tezgahlayanların yeni bir girişimi olup olmadığını tartışmaya başlamışlardır. Acaba bu kaygı haklı temellere mi dayanıyor, yoksa bu kaygının arkasında yaşanmış olumsuz deneyimlere dayalı paranoid bir sanrı mı var? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, bu olayların hangi ortamda oluştuğuna ve başka olaylarla bir ilişkisi olup olmadığına bakmak gerekiyor. Bütün bu olup bitenler “tesadüfen” mi ard arda geldi, yoksa aralarında bir bağ mı var?

Son birkaç yılı Aleviler açısından değerlendirdiğimizde, Alevi dünyasında çok önemli gelişmelerin yaşanmış olduğunu görürüz. Bu gelişmeleri iki başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan birincisi Aleviler arasında bir “kimlik” tartışmasının öne çıkmasıdır. Aleviler, kimliklerini bütün yönleriyle ortaya koyma ve Aleviliği “bilimsel” bir yöntemle ele alma çabalarını arttırmışlardır. Bu amaçla Alevi aydınlar tarafından sürdürülen çalışmalar “dar” elit bir çerçevede sınırlı kalmamış, geniş yığınların da (bunlar arasında Alevi olmayanların sayısı az değildir) ilgisini çekmiştir.

Devamını oku...

Sayın Dr. Abdulkadir Sezgin'e Gecikmiş Bir Cevap;

Yazdır PDF

aaa_dedelik.gif
Ali Kenanoğlu

Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir

Aleviliği benimsedikleri inanca, ideolojiye çekmeye ve Aleviliği o doğrultuda yorumlamaya çalışanları çok gördük. Bunların içerisinde Alevi olan da var olmayan da var.

Birçok araştırmacı yazarımız gerçekten bu toplumu, bu topluluğun yaşadıklarını görmüyorlar. Bazıları ise Aleviliğin varlığına dahi sonradan haberdar olmuşlar ilgi duymuşlar, birkaç Alevi dedesiyle sohbet etmişler, birkaç Alevi köyüne gitmişler ve elde ettikleri bilgilerle yalan yanlış Aleviliği yorumlamaya başlamışlar.

Bazen de o birkaç saat veya birkaç gün içerisinde görüştükleri insanlardan dinlediklerinden işlerine gelen kısmını tereyağından kıl çeker gibi çekerek almışlar ve Alevilik diyerek sunmaya çalışmışlardır.

Kimisi Ateist etmiş Alevileri, kimisi İran şiisi , kimisi şeriatçı.

Ben Aleviyim. Hubyar Ocağındanım. Bir Hubyar Dedesinin çocuğuyum. Çocukluğumdan beri Aleviliği yoğun bir şekilde yaşamış birisiyim. Hem de Aleviliği özünde bir ocak merkezinde yaşamış bir insanım. Hubyar Köyü’ndenim.

Hubyar Ocağı, Anadolu da bulunan Alevi Ocaklar içerisinde Hacı Bektaş Ocağından sonra en kitlesel ve en aktif faliyet gösteren ocakların başında gelmektedir.

Hubyar Köyü Anadolu’nun birçok yöresinden gelen insanlarla dolup taşmaktadır. Yüzyıllardır kurbanlar kesilmekte, cemler yapılmakta , dualar edilmektedir Hubyar yurdunda.

Dedim ya ben böyle bir ocağın merkezinde yetişmiş birisiyim. Hubyar Ocağı üzerine çalışmalar yapıyorum. Ayrıca Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı İstanbul Şubesi-Okmeydanı Cem ve Kültür Merkezinde de yöneticilik yapıyorum.

Devamını oku...

Kiştim Marı (Evliyası) ve Tarîk-Pençe Kavgası (1)

Yazdır PDF

aaa_celebi.gif
Vatan Özgül

Kiştim (yeni adı Avcılar) köyü Erzincan-Tanyeri nahiyesine bağlı bir köydür. Eski bir yerleşim yeridir. Osmanlıca kayıtlara göre en azından 1516'dan beri varolan bir köy olduğu bilinmektedir.(2) Manevi anlamda zenginlik içeren bir köydür. Birçok ibadet ve adak yeri bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kiştim Evliyası'dır.(3) Erzincan İli Tanyeri Nahiyesi Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma Derneğinin 1990'lı yıllarda yöredeki alan araştırması sonucu Kiştim Marı ile ilgili şunları derlemişlerdir:

"Köyün manevi ulularından biri de Kiştim Evliyaları. Anlatılanlara göre Kiştim Evliyası kaybolmuş. Yöre halkı aramış ve köyün ikinci yerleşim yerinde bir çam ağacının üstünde bulmuş. Halk, kurbanlar keserek buradan evliyayı tekrar götürmüş. Ancak evliya tekrar aynı çam ağacına gelip yerleşmeye karar vermiş. Evliya küsüp tekrar geldiği için yöreye Küstüm adı verilir. Zaman içinde Küstüm halk dilinde Kiştim'e dönüşür. Evliya'nın oturduğu çam ağacının üstü kesilip direk haline getirilmiş ve Cem evi de bu direğin üzerine kurulmuş." (4)

Devamını oku...

"Türk Müslümanlığı" Tartışmaları Üzerine

Yazdır PDF

İsmail Onarlı

Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık kimliği son on yılda bilim adamları, araştırmacılar, siyasiler ve devlet yetkililerince farklı açılardan kendi duruşlarına göre değerlendirmektedirler. Son aylarda Alevilik, “Yargıtay Kararları” olmasına karşın; Diyanet İşleri Başkanlığı yandaşı bir kısım bürokratların başlattığı yasaklama girişimleri ile Fazilet Partili Belediye Başkanları’nın Cemevleri’ni yıkma operasyonları aynı merkezden yönetiliyorlarmış “hissini” bize veriyor. Diğer yandan ise; Alevilik, Türk Müslümanlığı ile özdeşleştirilerek tartışılıyor.
Heterodoks İslami
araştırma eserleri ile önemli bir tarihçimiz ve bilim adamımız olan Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK; İslamiyet ve Müslümanlık konusunda ki tartışmalara açıklık getiriyor.Sayın Ocak; İslamiyet ve Müslümanlık iki ayrı kavramdır. Demektedir ki bu görüşlerine katılıyorum. Ocak, bu iki sözcüğü şöyle açıklamaktadır:

“Bu iki kelime her ne kadar günlük konuşma dilinde birbiri yerine kullanılıyorsa da aslında tarihsel ve sosyolojik olarak bu kullanış doğru değildir. Çünkü "İslam" kelimesi, soyut anlamda bir din olarak temel kaynaklarında ki yazılı biçimiyle İslam dinini, onun inanç, ibadet, ahlak vs. esaslarını işaret ederken, "Müslümanlık" kelimesi bu dinin tarihsel süreç içinde, kendilerine "Müslüman" denilen toplumlarca yorumlanarak pratiğe aktarılmış, yaşanmış, son tahlilde "kültürleşmiş" şeklinin adıdır” (1)

Devamını oku...

Osmanlı Devlet Erkinden Türkmenlerin Dışlanması

Yazdır PDF

aaa_dede_sazli.gif
İsmail Onarlı

Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde Türkmen boy ve oymak beylerinin, babalarının, dedelerinin, şeyhlerinin, dervişlerinin önemli işlevleri vardır. Beylik’ten imparatorluğa 150 yıllık geçiş sürecinde aşama aşama Alevi Türkmen Beyleri ve İnanç önderleri ve toplulukları “Devletin Yapısal 0rganizasyonu”ndan atılmışlardır. Anadolu Beylikleri de askeri güç kullanılarak tasfiye edilmiş, bu beylikteki Türkmenler sınır boylarına sürülerek zorunlu iskâna tabi tutulmuşlardır.

Başlangıçta Osmanlılar ülkelerine “RUM” diyorlardı. Yavuz’dan sonra ise “Osmanlı ya da “Devlet-i âl-i Osman” denilmeye başlandı. Osmanlı Devlet yönetimi

(Divan ve saray) ile Kapukulu Askerleri, dirlik sahipleri; “Türk olmayan” dönmelerden oluşmaktaydı. Bu dönme devşirmeler; asker ya da yönetici olarak eğitilerek ve Türkçe öğretilerek devlette görev alıyorlardı. Osmanlı Hanedanlığı etrafında oluşturulan helozonik dönme Asker-Sivil yönetici sınıfın başında hanedan aileden bir “sultan” olan devlet “Despotik” ve üretim ilişkileri de feodal yapıda idi. Türklük açısından baktığımızda Akkoyunlu ve Safevi Devletleri; Osmanlılardan daha çok Türk’tür. Osmanlılar da Türkler “akıl ve idrak yoksunu” ikinci sınıf vatandaşlar olup, Ermeni-Rum-Yahudi-Kürt-Arap vb. unsurlar daha önplandaydı.

Devamını oku...

Diyanet: Yolun Sonu Görünüyor!..

Yazdır PDF

aaa_asiklar.gif
Ali Yaman

Ülkemizde yüzyıllardır sürmekte olan birçok sorunlar vardır. Biz bu makalemizde inanç sorunları ve bu bağlamda din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) konularına genel de olsa değinmek istiyoruz. İnanç sorunu, diyanet sorunu, dinsel ayrımcılık sorunu ne derseniz deyin böyle bir sorun var. Bu sorun çerçevesinde DİB zaman zaman yöneltilen eleştirilerin ana hedefi haline gelmektedir. Böyle zamanlarda Diyanet görevlileri 2-3 cümle söyleyerek konuyu bir dahaki tartışmaya kadar kapamaya çalışmaktadırlar.

Aslında Türkiye’de varolan bu din ve diyanet sorununun nedeni olarak salt DİB’i görmek kolaycılık olur ve bu sağlıklı bir yaklaşım değildir. Onlar görülüyor ki varolan statünün sürmesine taraftırlar ve hallerinden memnundurlar. Ancak bugünkü bu durum bir sonuçtur.

Bugün Türkiye’de inanç hizmetlerinde sorun vardır. Ve bu sorun sürekli ertelenmektedir. Çünkü din ve diyanetten sorumlu zümreler bu tekellerinden vazgeçmeye pek niyetli görünmemektedirler. Alevilik konusuna kamusal alanda ve akademik düzeyde ilgi gösterilmemesinde hükümet edenler, diğer siyasiler, Türkiye’de din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri sorumludurlar. Bu konudaki gerçeklerin bugün ortaya çıkmasını engelleyenler, doğruları kamuoyu ve medyadan gizleyenler birgün bu konudaki tarafgir yaklaşımları ortaya çıktığında utanmayacaklar mı acaba? Bu kurumlardaki egemen zihniyetin Aleviliğe pek de sıcak bakmayan veya sıcak bakar gözüküp gerçekleri değiştiren, onları anlamaya çalışmayan bir anlayışa sahip olunduğu dikkat çekicidir. Alevilerin inançsal ve kültürel istek ve taleplerini anlamayan ve önyargıların hakim olduğu şu örneklere bakalım:

Devamını oku...

Sayfa 6 / 15

You are here: Araştırmalar Türkçe Araştırmalar