Çoğulculuk, Çoğunlukçuluk ve “Mezheplerüstü”lük Ekseninde:
Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri
Doç. Dr. Ali YAMAN1
2005 yılından bu yana zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) Dersleriyle ilgili gelişmeleri ve müfredatı izlemeye çalışıyorum. AİHM’e Alevilerce yapılan başvuru ve dava süreçlerinde de uzman olarak görüşlerimi ifade ettim. Ama aynı şekilde Alevi Çalıştayları sonrasında kurulan komisyonda da bu derslerin nispeten daha iyi hale getirilmesine katkı sunmak üzere bulundum. Alanı bilen ve akademik çalışmaları da bu doğrultuda olan bir akademisyen olarak, Alevi-Bektaşi toplumunun inanç/kültür dünyasını olduğu gibi yansıtmaya uğraştım. Ama gelin görün ki, bu konu bilimsel zeminde tartışılabilecek bir mesele olmanın ötesinde bir siyaset, bir zihniyet, bir mezhepçilik meselesi olarak, Türkiye’nin önünü tıkamaktadırlar. Devleti yönetenlerin, bu zamana kadar pek de iyi bir sınav vermeyen din/diyanet/eğitim bürokrasisini kılavuz alması ne yazık ki Türkiye’ye zarar getirmektedir.2 Türkiye ulusal alanda çoğulculuğa uygun bir anlayışı yerleştirememekte, uluslararası alanda da inanç özgürlüğü bakımından çağa yakışan bir duruma kavuşamamaktadır. Statükocu zihniyet kendi mezhepçi duygularını tatmin etmek uğruna, bir ülkenin geleceğini adeta karartmaktadır. Çözüm Türkiye’nin çıkarlarının çoğunlukçu değil, çoğulcu bir anlayışın hayatın her alanına hakim kılınmasından geçtiğini kavramaktan geçmektedir. Siyasilerin anlaması gereken de kısa vadeli siyasi çıkarların ötesinde, her alanda bütün yurttaşların kendisini mutlu hissedeceği bir sosyal hoşgörü ortamının şartlarını sağlayacak adımları atmaktır. 12 Eylül rejiminin mirası ve 1982 Anayasası’nda da yer alan Zorunlu bir ders gerek müfredat gerekse eğitim kadrosu bakımından belli bir din anlayışını vermeye çalışmaktadır. Bu makalede zorunlu DKAB derslerine ilişkin süreç, derslerin içeriği ve son gelişmeler incelenmeye çalışılacaktır:
Öncelikle ifade etmek isterim ki bu derslerin bu haliyle ve bu öğretmen kadrosuyla okutulması çoğulculuğa ve nesnellik ilkesine aykırı bulunmaktadır. Seçmeli hale getirilmesi gerekmektedir. Dersler her ne kadar mahkeme süreçlerinde bir din kültürü ve dinler tarihi dersi şeklinde savunmalarla sunulmakta ise de belli bir mezhebe dayalı içerik bu söylenenlerle bağdaşmamaktadır. Hal böyle iken Türkiye’de din hizmetleri/eğitimi ve milli eğitim camiasına hakim görüş, zorunlu DKAB derslerinde “mezheplerüstü” bir anlayışın hakim olduğu yönündedir! Yine bu anlayışa göre bu bir din dersi olmayıp “kültür” dersidir. Ne hikmetse bu “kültür” dersinin her yanı belli bir dini anlayışın öğretimine hasredilmiştir. Dersin adı ile içeriği arasında bir gerilim bulunmaktadır. Din kültürü ve ahlak dersi ama, içerik dini bilgilerin öğretimi ve bazen uygulamalı eğitimi şeklinde işlenmektedir. Çeşitli ibadetler sayfalarca resimlerle, şiirlerle sunulurken, “öteki” olana ilişkin yok sayılıyor, görmezden geliniyor. Kitabın ilgili bölümüne bir cümle dahi çok görülüyor. 12 Eylül darbesinden yaklaşık otuz yıl geçmesine karşın bu kitaplardaki belli bir mezhebe anlayış neden korunmaya çalışılıyor? Çalıştaylar sonrasında 26 Şubat 2010 tarihinde Başbakan’ın düzenlediği ve sanatçıların davet edildiği Demokratik Açılım toplantısında söylediği iddia edilen ve basında da yer alan “…Bu işi mutlaka sizin istediğiniz şekilde çözeceğiz. Merak etmeyin.”3 sözleri de öylece orta yerde durmaktadır.
Din eğitimi ve hizmetleri yüzyıllardır bu hakim zihniyete göre organize edildiğinden ve siyasetle birlikte varlığını sürdürdüğünden rahatları yerindedir. İktidarlar değişse de siyasilerin bir oy malzemesi olarak gördükleri mezhepçi mantık din hizmetleri ve din eğitimi üzerinden hep korunmuş ve kollanmıştır. Anayasadaki laiklik ilkesiyle çelişse de CHP’den AKP’ye nasıl da bütün partiler Diyanetçi olmuştur? Bütün vatandaşların vergileriyle oluşan Devlet bütçesinin desteğiyle İmam Hatip Liseleri’nde, Yüksek İslam Enstitüleri’nde, İlahiyat Fakülteleri’nde, Açık Öğretim Fakülteleri’nde, Cezaevlerinde verilen din derslerinde Alevilik nasıl da “unutulmuştur”! Ama bütün bunlara rağmen bu kesimler “hep biz ezildik” edebiyatından da geri durmamışlardır. Bu nasıl vicdansızlık, kul hakkına saygısızlık anlamak mümkün değildir. Yine bu zihniyet “Aleviler neden ikide bir bir zorunlu DKAB dersleri sorununu gündeme getirmektedirler?”, şeklinde bir “boşabakma” haleti ruhiyesi de sergilemektedirler. Alevilerin cenazeleriyle ilgili sorunları varmış, zorunlu DKAB derslerinde Alevilik varmış/yokmuş, Cemevlerine ibadethane statüsü bile çok görülmekteymiş bunların onların hayatında bir anlamı bulunmamaktadır. Alevileri ve sorunlarını azıcık da olsa anlamamaya yönelik direnci izah etmek mümkün görünmemektedir. Hani İslam barış ve hoşgörü diniydi? Barışı ve hoşgörüyü Aleviler Osmanlı’dan bu yana hep arıyorlar ama ne gezer? Ayrıca 12 Eylül Generallerinin büyük bir “hizmeti” olarak4 gündeme gelen bu DKAB dersinin zorunluluk hali, 12 Eylül rejimiyle, darbelerle mücadele ettiklerini söyleyen çevreleri asla rahatsız etmemekte, Alevilerin “kul hakkı”nı umursamadan, onların vergilerinden beslenen onbinlerce din eğitimi ve öğretimi kadrolaşmalarında bir sorun görmemektedirler. Sünni kardeşlerimin inançlarına, inanç mekânlarına tabi ki saygılıyız, onların inançlarıyla ilgili şöyle olsun böyle olsun diye Alevilerce dayatmalarda bulunulmadığı halde, neden aynı saygı Alevilerden esirgenmekte, Alevilik tanımlanmaya çalışılmakta, Sünniliğe benzetilmek istenmekte, onların vergileri onlarla ilgisiz alanlarda kullanılmaktadır. Her zaman her yerde ifade ettiğim gibi, ben kendi adıma Türkiye’de din hizmetleri ve din eğitimi alanında benim vergilerimin payını ne kadarsa helal etmiyorum. Alevi inancını, kültürünü sevmediği, saymadığı halde onların vergileriyle oluşan bir bütçeden maaş alan ve inançlarına asla saygı gösterilmediği halde inanç özgürlüğü var denilen bir duruma nasıl razı olunabilir? Eğer bu ülkede inanç özgürlüğü olacaksa en başta devletin bütün kesimlere eşit mesafede durması, Sünni inanç anlayışının, Sünni olmayanlara verilmemesi gerekmez mi? Yazık ki, 2015 yılına girdiğimiz şu günlerde tartıştığımız konulara bakın. Soru şu: Ülkemiz birilerinin mezhepçi duyguları doğrultusunda bir Ortadoğu ülkesi olmaya devam mı edecek, yoksa bütün vatandaşlarına dört dörtlük bir yaşam sunan hakları mı tanıyacak? Zorunlu DKAB dersleri boyutu da bir yönüyle bu konunun temellerindendir.
Zorunlu (DKAB) derslerinin konusu Alevileri rahatsız eden konuların başında gelmektedir. Çünkü ders müfredatı ve dersi veren kadroların yapısı Alevi anlayışa uygun olmayan bir nitelik göstermektedir. Şöyle ki bugünkü eğitim sistemi içinde var olan zorunlu DKAB dersleri, Sünni inanç ve kültürle yetişmiş ve/veya İmam-Hatip Liseleri’nde, İlahiyat Fakülteleri’nde eğitim almış bir öğretim kadrosu ve ders içeriğiyle sunulmaktadır. Bu yapı Sünni yurttaşlarımız için uygun olabilir, buna onlar karar versin tabi ki. Ama bu dersin Alevilere de aynen sunulması nasıl kabul edilebilir? Bu dersi meşrulaştırmak için ileri sürülen ve içeriğinin “mezheplerüstü” olduğu iddiasının doğru olmadığı, geçtiğimiz yıllarda yaşanan gelişmelerle de kanıtlanmıştır. Şöyle ki, 2005 yılında da “mezheplerüstü” denilen bu kitaplar neden 2008 yılında ve Çalıştaylar sonrasında 2011 yıllarında değiştirilerek ve Alevilikle ilgili eklemeler yapılarak yeniden yayınlanmıştır? Demek ki kitaplardaki içerik sorunluydu ki, değiştirilmek zorunda kalındı. İşin üzücü yanı bu değişiklikler ancak mahkeme kararları sonrasında istemeye istemeye gerçekleştirildi. Derslerin içeriği incelendiğinde görülecektir ki Alevilik doğru yerde ve yeterince yansıtılmamaktadır. Alevi çocukları, onlara aileleri tarafından ve okullarda verilen bilgiler arasında bocalamakta, hatta bazı öğretmenlerle zaman zaman sorunlar yaşanmakta ve bunlar da zaman zaman TBMM tutanakları ve basına da yansımaktadır.
İktidarlar ise bu konuya çözüm üretmek yerine, yüzeysel değişiklikler yapmak yerine gitmektedir. Yamalarla bu sorunun çözümlenemeyeceği açıktır. Kalıcı ve objektif bir yaklaşımla soruna yaklaşılmazsa, bu dersler sürekli rahatsızlık kaynağı olmayı sürdürecektir. Asıl samimiyetsiz olan ise Diyanet/ilahiyat çevrelerinin asıl niyetlerini gözden kaçırmaları ve statükoda ısrar etmekte, bunun için her yola başvurmalarıdır. Doğrusu gerek müfredatıyla gerekse öğretim kadrolarıyla tarafsız verilmesi imkansız olan böyle bir zorunlu dersin ortadan kaldırılmasıdır. Her bir inanç topluluğunun kendilerinin hazırladıkları seçmeli dersler konulabilir. Veya hiç olmazsa zorunlu DKAB derslerinin Alevilikle ilgili bölümlerinin içeriklerinin müdahale olmaksızın Aleviler tarafından hazırlanmasıdır. Ancak çok kolay çözüm üretilebilecek bu konular mezhep taasubu yüzünden yokuşa sürülmekte ve zorla belli bir anlayış dayatılmaktadır. O kadar ki bu dayatma nedeniyle insanlar mahkemelere başvurmak zorunda kalmaktadırlar. İnanç özgürlüğü, bir temel insan hakları meselesi olduğu halde, bu yok sayılarak, ancak ulusal ve uluslararası mahkeme kararları ile adımlar atılabilmektedir. Böyle bir temel insan hakları meselesinde yurttaşların düşürüldüğü durum ne kadar yakışıksız ve 2010’lar dünyasına ne kadar uygun?
Bu konuda siyaset dini konulardan çıkar sağladığı ve adil bir çözüm üretmediği için vatandaşlar mahkemelerin yolunu tutmaktadır. Bu çerçevede iç hukuk mekanizmalarına başvurulmakta hatta konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de taşınmış bulunmaktadır.5 Bu konuda iki önemli dava söz konusu olmuştur. Bunlar hakkında da kısaca bilgi vermek istiyorum. Bu konuda söz edeceğimiz ilk dava Hasan Zengin adlı bir yurttaşa aittir. Davayla ilgili gelişmeler özetle şu şekildedir: Hasan Zengin, 2001 yılında 7. sınıfa giden kızının Alevilikle ilgili bilgilerin yer almadığı din derslerine girme zorunluluğunun kaldırılması için önce İstanbul Valiliği’ne, ardından İstanbul İdare Mahkemesi’ne ve son olarak Danıştay’a başvurmuş ve tümünden de olumsuz yanıt aldıktan sonra Türkiye’de iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle, konuyu AİHM’e taşımıştır. Konuyu inceleyen AİHM de bu konuda dava açılabilmesini uygun görmüştür. Mahkemenin konuyu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan 9. maddesi çerçevesinde incelediği belirtilmektedir. Bu maddeye göre: “…Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir…” Gerek davalı ve gerekse hükümetin ilgili kurumlarının savunmalarını alan AİHM’deki bu dava süreci,6 2007 yılı içerisinde sonuçlanmış ve mahkeme başvuru sahibini haklı bulmuştur.
Bir diğer davaysa iç hukuk yolları bakımından sonuçlanmış bulunan Ali Kenanoğlu tarafından ilköğretim öğrencisi oğlu ile ilgili süren bir davadır. 12 Temmuz 2005 tarihinde davacı İstanbul Valiliği’ne başvurarak oğlunun zorunlu din derslerinden muaf olmasıyla ilgili bir dilekçe yazmıştır. Valiliğin bu talebe otuz gün geçtiği halde yanıt vermemesi üzerine İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne yürütmenin de durdurulması talebi yani öğrencinin din derslerine girmemesi talebiyle başvurulmuş ve mahkeme 30.12.2005 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı vermiş ve dava görüşülmeye devam etmiştir. Valilik bu arada yürütmenin durdurulması kararına bir üst mahkemede itiraz etmiş ve itirazı kabul edilerek öğrenci yeniden derslere girmeye başlamıştır. Daha sonra İstanbul 5. İdare Mahkemesi verdiği kararda, “Zorunlu olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi dersinin dava dilekçesinde dini ve felsefi inancına uygun olmadığını belirten davacının herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın, temel hak ve hürriyetlerden olan dini inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun zorunlu sayılan Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi dersinden muaf tutulması gerektiği sonucuna varmıştır” denilmiştir. Böylece öğrenci tekrar din dersinden muaf olmuştur. Bu karara Valilik yine itiraz etmiş olup, dava Danıştay’da görülmüş ve 2008 yılında karara bağlanmıştır. Buna göre zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin bu içerikle Alevi bir öğrenciye zorunlu tutulması söz konusu olamaz. Garip olan şudur ki, derslerle ilgili değişikliğe gidilmesi süreci ancak mahkeme süreçleri sonrasında ortaya çıkmıştır. Herşeyden önce bu durum inanç özgürlüğü alanında halimizi ortaya koymaktadır.
Bu konuda yaşanan son gelişmeleri de eklemek gerekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 16 Eylül 2014 tarihinde Türkiye’de okullardaki din dersiyle ilgili davaya ilişkin kararına değinmek gerekmektedir. Bu kararda AİHM mevcut iceriği ile din derslerinin zorunluluğuna itirazı dile getiren bu kararda, ders müfredatına yapılan değişiklikler yeterli görülmemekte, eğitim sisteminde reforma gidilerek zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muafiyet hakkının tanınması ve bu muafiyet hakkının da, ebeveynlerin din ve inançlarını açıklamak zorunda kalmayacakları bir şekilde düzenlenmesini içermektedir. Bu durum karşısında 18 Aralık 2014 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yer alan“Zorunlu Din Dersi için itiraz” başlıklı habere göre Türkiye –isteyen öğrencilerin zorunlu din dersinden muaf tutulması- yönündeki AİHM kararını son dakika itirazıyla temyize götürmüş bulunmaktadır.
Öte yandan dersin içeriği yeterli hale getirilse bile, öğretmenlerin aldıkları eğitim bu şekliyle sürdükçe sorun varlığını koruyacaktır. Derse yamalar yapılırken bu konuya da değinilmesi gerekmez miydi? Ancak Çalıştaylar sürecinde ve sonrasında buna yönelik herhangi bir adım atılmaması, samimiyet anlamında kuşkuları haklı çıkaracak mahiyettedir. Türkiye’de dinsel alanda öğrenim İmam-Hatip Liseleri ve üniversitelerin İlahiyat Fakültelerinde yapılabilmektedir. Yine bu kurumlardaki yapılanma da Sünni İslam’ı esas alan bir nitelik göstermektedir. Bu nedenle bu kültürle yetişmiş gerek din adamlarının gerekse Sünni cemaatin bir bölümünün Alevilik konusunda önyargılı oldukları görülmektedir. Bir Alevi, Sünniliği nasıl öğretebilir, bir Sünni Aleviliği nasıl öğretebilir? Hele bu konuda önyargılı bir çevrede yetişmiş, önyargılı bir teolojik formasyondan geçmişse! Bu bağlamda şu örneğe bakabiliriz. TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı) tarafından gerçekleştirilen bir başka araştırma çerçevesinde Din derslerinde Sünni Müslümanlığın yanı sıra Alevilik hakkında da bilgi verilip verilmemesi sorulduğunda % 62’lik bir grup bu görüşü desteklemiş, % 34 ise bu görüşe karşı çıkmıştır.7Bu ön yargılar zaman zaman Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri’nde ve camilerden basına yansıyan gelişmelerden de gözlemlenebilmektedir. Ders programları, kitapları, içerikleri, ders hocaları ve üniversite bitimindeki iş alanları da Alevilerin inanç hizmetlerine çözüm üretmeyen bir şekilde düzenlenmiştir. Böyle olunca da Alevinin inanç alanındaki sorunları, Diyanet ve İlahiyat çevreleri çok iyi bilmekte, statükodan yararlanmakta iken, onların dışındaki Sünni halk çoğunluğu ise yeterince konuyu anlayamamaktadır. Konu anlaşılmayınca bir empati yapma imkanı da ortadan kalkmaktadır. Bu konuda Türkiye kamuoyunun doğru bir şekilde bilgilendirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Yine Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinde Alevilikle ilgili bilimsel araştırmalar son yirmi yıla kadar ki döneme bakıldığında yok denecek kadar az olup, Alevilikle ilgili bilgiler ya hiç öğretilmemekte ya da genellikle taraflı olarak öğretilmektedir. Son yıllarda gerek İlahiyat Fakülteleri, gerekse Diyanet çalışmalara başlasa da bunların ne kadar objektif oldukları konusu kamuoyunda sıkça tartışılmaktadır. İlahiyat Fakültelerinden mezun olan ve daha sonra idari, eğitsel ve dini birimlerde görev alan kişilerin Alevilikle ilgili önyargılı olmalarının yanı sıra, yeterli bilgiye sahip olmadıkları da görülmektedir. Aleviler, bu fakültelerin eğitim kadrosu, uyguladıkları ders programı ve ders kitaplarının gözden geçirilmesini talep etmektedirler. Ayrıca Alevilikle ilgili dinsel hizmetleri görecek kadroların yetiştirilmesi için gerekli eğitim kurumlarının da oluşturulması istenmektedir. Bu bağlamda ya İmam-Hatip Liselerinin ve İlahiyat Fakültelerinin yeniden organize edilmesi ya da Alevilerin din görevlisi gereksinimini karşılayacak farklı eğitim kurumları kurulması gerekecektir. Bu konuda üretilecek çözümlerde, Diyanetin değil, Alevi kurumlarının ön planda olması zorunludur. Diyanet zihniyeti ister istemez kendi bildiği ve inandığı mezhep anlayışı üzerinden konuyu çözmeye çalışacaktır.
Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın zorunlu DKAB ders kitapları nedeniyle uğradığı eleştiriler nedeniyle yeni bazı çalışmalara yönelmiştir. Bu gelişmeler sırasında meydana gelen bazı önemli olaylara da değinmek istiyoruz. CEM Vakfı’nın zorunlu DKAB derslerinde Alevi İslam inancı, felsefesi ve kültürü ile ilgili bilgilere de yer verilmesi talebini içeren 22.06.2005 tarihli başvurusuna, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nce 15.07.2005 tarihinde, Bakan adına Genel Müdür Prof. Dr. İrfan Aycan imzalı bir cevap verilmiştir. Dokuz sayfalık bu cevapta, “...2005-2006 öğretim yılında uygulanacak olan Orta Öğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretim Programında İslam’ın çeşitli anlaşılma biçimlerine yer verildiği gibi Alevilikle ilgili konulara da yer verilmiş, Kuran merkezli ve mezhepler üstü bir yaklaşım benimsenmiştir...” denilerek, Alevilikle ilgili bölümlere değinilmektedir. Ama yine de çelişkili olarak daha önce de ifade ettiğimiz üzere kitaplarda yeniden Alevilikle ilgili çeşitli değişikliklere gidilmiştir. Demek ki, kitapların mezhepler üstülüğü iddiası sağlanamamakta, sürekli tartışılmakta ve değişikliklere gidilmektedir. Çünkü zaten amacın onu mezheplerüstü hale getirmekten ziyade, çeşitli stratejilerle Sünni anlayışa uygun ruhunun korunmak istendiği olduğu şeklinde haklı endişeler bulunmaktadır.
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin zorunlu DKAB ders kitaplarında hâkim anlayışın “mezhepler üstü” olduğu ve son iki yıllık eğitim dönemi öncesinde yeterli değişiklikleri yaptıkları iddialarına karşın, kitaplarda yer alan bilgilerin böyle bir anlayışı yansıtmadığı, statükonun devam ettirildiği görülmektedir. Zaten bu statükocu yaklaşımı ilahiyatçılar ve Diyanet çevreleri de savunmaktadır. Örneğin uygulama ve ders kitaplarının Alevi inanç ve kültürünü görmezden gelen durumları ortadayken Tosun, “…Aleviliğin, Alevilik adı altında ve Alevilere Aleviliği öğretmek üzere DKAB programlarına konulması uygun ve mümkün gözükmemektedir… Aslında dersin anayasal konsepti gereği düşünürsek, bir dışarıda kalmışlıktan söz edilemez…”8, Onat ise, “…Din kültürü ahlak bilgisi derslerinde ne Sünnilik, ne Alevilik-Bektaşilik, ne de herhangi bir mezhebin, herhangi bir tarikatın, herhangi bir cemaatin görüşleri anlatılmaktadır. Daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredatında, İslam’ın temel ortak paydası, bilimsel bir çerçevede verilmeye çalışılmıştır. Müfredat dikkatlice incelenecek olursa, kendini Müslüman hisseden, İslam dairesi içinde gören her insanın, ya da her grubun, bu müfredatta kendi kök değerlerini kolayca bulacağı görülecektir…”9 şeklinde statükocu bir yaklaşımı savunmaktadır. Bu kök değerlerin ne olduğu uygulamada yaşananlarla çok iyi bir şekilde görülmektedir. Mezheplerüstülük adı altında mezhepçi anlayış gizlenmek mi istenmektedir, amaç herkesin inanç anlamında tek tipleştirilmesi midir? Alevi’nin Cem ibadetini bir ibadet değil de yorum olarak gören, Muharrem Orucunu, Hızır Orucu’nu Alevilerin algıladığı gibi içermeyen bir anlayışın, bir Alevi vatandaş açısından anlamı ne olabilir?
Bu derslerde sunulan bilgilerde İslam’ın Sünni yorumu esas alınmış ve ülkemizde yaşayan diğer inanç toplulukları özellikle de Aleviler-Bektaşiler-Nusayriler göz ardı edilmiştir. Bu yolla belli bir inanç topluluğuna ait bilgiler zorunlu DKAB dersleri aracılığıyla bütün öğrencilere dayatılmakta ve onların en temel insan haklarından olan inanç özgürlüğü ilkesi ihlal edilmektedir. Genel olarak değerlendirmek gerekirse bu kitaplarda Sünni İslam inancını benimseyen yurttaşların uyguladıkları beş vakit namaz, ramazan orucu gibi ibadet uygulamalarına yer verilirken, Cem ibadeti, Muharrem Orucu, Hızır Orucu gibi Alevi inanç ve ibadetlerine ilişkin bilgilere son yıllara kadar hiç yer verilmediği görülmekte,10 2005 yılı sonrası hukuki gelişmelerden, Çalıştaylar sonrasına uzanan süreçte yer verilmesine karşın “tasavvufi yorumlar” başlığı altına sıkıştırılmaktadır. Bu yanlı yaklaşım gerek metinlerde gerekse görsel malzeme bakımından dikkat çekmektedir. Bu yanlı tutum gerek iç hukuk, gerekse uluslararası hukuk kurallarına aykırı olup, hükümetler ne yazık ki bu yanlışta ısrar etmeyi sürdürmektedirler. Kitapları gerek metin, gerek şiir ve görsel materyal yönünden detaylı olarak incelememe rağmen burada belirgin bazı örneklerle konu açıklanmaya çalışılacaktır.
Alevi Çalıştayları sonrasında kurulan ve benim de üye olarak bazı toplantılarına katıldığım komisyonun önerileri alınarak, her sınıf ders kitabı için sayfa sayfa hazırlanan öneriler bütünü 30.09.2010 tarihinde ilgili Devlet Bakanı Faruk Çelik’e teslim edilmiştir. Bundan sonra da anlaşıldığı kadarıyla Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Talim ve Terbiye Kurulu’nun uygun gördüğü kadarıyla 2011 yılında yayınlanan 4, 5, 6, 7, 8 ve 12. sınıf kitaplarında çeşitli değişikliklere gidilmiştir. Ancak öneriler ve kitaplarda yer alan değişiklikler incelendiğinde hem oransal olarak çok yetersiz hem de içeriğin müfredata yerleştirilmesinde çeşitli sınırlayıcı ve/veya dışlayıcı stratejilerin izlendiği görülmektedir. Bunları görünce rahatsız olmamak mümkün değildir. En başta Alevilerin temel ibadeti olan Cem’in ibadetle ilgili bölümlerde değil de 7. ve 12. Sınıf kitaplarında yer alan İslam’da tasavvufi yorumlar başlığı altında sunulması nasıl mezhepler üstü değil de, belli bir anlayış doğrultusunda bu kitapların dayatılmaya çalışıldığının bir göstergesi değil midir?
Bunu anlaşılması bakımından biraz daha açıklamakta yarar bulunmaktadır. Komisyonun önerdiği pek çok değişiklik çok sınırlı şekilde müfredata yansıtılmıştır. Ve her şeyden de önemlisi de ilgili bölümlere konulmamıştır. Ancak Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, 26 Aralık 2012'de katıldığı bir TV programında zorunlu DKAB dersleri ile ilgili “…din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içerisinde Alevilikle ilgili bölüm tamamen Alevi Bektaşi geleneğine sahip vatandaşlarımızın, kardeşlerimizin önerdiği isimler tarafından, onların istediği şekilde yazdığı gibi oraya kondu, noktasına, virgülüne dahi dokunmadık. Bugün anlatılan Alevilik, Alevi kardeşlerimizin nasıl anlatılmasını istiyorlarsa öyle kitaplara girdi11 şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Oysa bir komisyon üyesi olarak, komisyonun önerilerine baktığımızda, eski ve yeni kitapları incelediğimizde bambaşka bir tablo ile karşılaşmaktayım. Bakanın “…onların istediği şekilde yazdığı gibi oraya kondu, noktasına, virgülüne dahi dokunmadık…” ifadesinin doğruluğunu sadece kitap üzerindeki birkaç örnek üzerinden şu şekilde açıklamak mümkündür.
DKAB dersiyle ilgili oluşturulan Komisyon 2008 yılındaki kitapların 4-12. Sınıflar arasındaki müfredata eklemeler önermiştir. Bunların pek azı onların istediği değil, ancak uygun görülen yerlere konulmuştur. Örneğin İlköğretimde 2008 yılında yayınlanan 5. Sınıf kitabında12 Ünite 2 “İbadet” konusundadır. Bu ünite “1.İbadet Nedir?, 2.İbadetlerle İlgili Kavramları Öğreniyoruz (Farz, Vacip, Sünnet), 3.Niçin İbadet edilir?, 4.Başlıca İbadetler, 5.Camiyi tanıyalım, 6.Dua, 7.Güzel İş ve Güzel davranış: Salih Amel, 8.İbadetler Davranışlarımızı güzelleştirir, 9.Rabbena Duası ve Anlamı” alt bölümlerinden oluşmaktadır. Komisyonun çalışması sonrasında 2011 yılında yayınlanan yeni kitaplarda ise 5. Sınıf kitabında13 aynı ünite yer almaktadır. İbadet ile ilgili bu ünitede komisyonun önerileri dikkate alınmamış, daha önceki bilgiler korunmuştur. Resim, şekil ve şiirlerle Sünni ibadetleri anlatılmış, Alevilerin inançları yine görmezden gelinerek, Cem, Cemevi vb. kavramlara yer verilmemiştir. Komisyon önerilerinde Cem, musahiplik, “Cem Evi İbadet Edilen Yerdir” şeklinde eklemeler yapılması yer almasına rağmen, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Talim Terbiye Kurulu Alevi ibadetlerini bu kapsamda görmeme ısrarını sürdürmüştür. Alevilerin inanç ve ibadetlerinin ne olduğuna bu kurumları mı karar verecek? Bu nasıl demokrasi ve inanç özgürlüğü anlayışı anlamak mümkün değil. Ayrıca bu bölümde namaz detaylı olarak ve resimlerle de verilmesine (s. 32-33), Camiyi tanıyalım başlığı altında resimlerle, şiirlerle, sorularla minber, mihrap, vaaz kürsüsü, minare konuları açıklanmasına karşın (s. 36-38), Aleviliğin hiçbir inanç kurum ve kuralına yer verilmemesi dikkat çekicidir. Alevi öğrencilerin zorunlu olan bu derste başlıca ibadetleri öğrenirken, Sünni anlayış dışında bir bilgi edinmeleri mümkün gözükmemektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Yine İlköğretim 6. Sınıf kitabında İbadetle ilgili 2.Ünite Namaz İbadetine14 ayrılmıştır. 2008 ve 2011 yılları baskılarında Bu bölüm “1.Namaz Nedir ve Niçin Kılınır?, 2.Namazın Şartları, 3.Namaza Çağrı: Ezan ve Kamet, 4.Günlük Namazlar (Beş Vakit Namaz), 5.Cemaatle Namaz, 6.Cuma Namazı, 7.Bayram Namazı, 8.Cenaze namazı, 9.Teravih Namazı, 10.Namazı Bozan Durumlar, 11.Namazın İnsana Kazandırdıkları, Okuma Metni: camiye Koşan Çocuk, 12 Kunut Duaları ve Anlamı” alt bölümlerinden oluşmaktadır.15 Komisyon bu bölüme de Cem ibadetinin ve Alevi ibadetleri ile ilgili kapsamlı konu önerilerinde bulunmuş buna rağmen “ibadet, ancak namazdır.” anlamında bir yaklaşım esas alınarak, devletin kurumlarınca kitaba yansıtılmıştır. Bu konular İlköğretimde 7. Sınıfta, 4.Ünitede “İslam Düşüncesinde Yorumlar” başlığı altında “Tasavvufi Yorumlar” altbaşlığıyla “Yesevilik, Kadirilik, Nakşibendilik, Mevlevilik”in ardından “Alevilik-Bektaşilik” başlığı altında verilmektedir.16 Ortaöğretimde ise 12. Sınıf kitaplarında ilgisiz bir yere “İslam Düşüncesinde Tasavvufi Yorumlar” bölümünde, “Kültürümüzde Etkin Olan tasavvufi Yorumlar” altbaşlığıyla “Yesevilik, Kadirilik, Nakşibendilik, Mevlevilik” ardından “Alevilik-Bektaşilik” başlığı altında verilmektedir.17 Görüldüğü üzere Alevilik, inanç ve ibadet bağlamından uzaklaştırılarak, Nakşilik, Kadirilik vb. konularla birlikte alınmak suretiyle, tarikat ve tasavvuf bağlamına çekilmekte, Cemevi de bir tarikat mekânı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu şekilde sistem dışında kalması mı amaçlanmaktadır? Ancak bilinmelidir ki, bu şekilde Alevilerin dışındaki yapılacak zoraki tanımlamaların kabul görmeyecektir. Bir inancın ne olduğuna o inancın mensupları, bir inanç mekânının ibadethane olup olmayacağına da yine o inanç mensuplarının karar vereceği açıktır. Bunun dışındaki çabalar ancak maksatlı, yararsız, hoşgörüden uzak bu ülkede inanç özgürlüğünün olmadığı şeklinde görülecek, kardeşliği değil ayrımcılığı körükleyecek sonuçlar doğuracaktır.
Antalya'da yapılan 19’uncu Milli Eğitim Şûrası’nda alınan tavsiye kararlarına bakılırsa zorunlu DKAB derslerinde muafiyet veya daha da iyileştirme şeklindeki çoğulculuğa ve nesnelliğe uygun anlayış pek de kabul görmemiş bulunmaktadır.18 Buna göre 1, 2 ve 3. sınıflarda zorunlu din dersinin verilmesi kabul edilmesi, Liselerde bir saat olan zorunlu din dersinin iki saate çıkarılması ve zorunlu Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi programında Alevilik'e ilişkin içeriğin geliştirilmesi önerisinin reddedilmesi Şura kararları arasında yer almaktadır. Bu kararların alınması bile bu alandaki zihniyetin ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak Türkiye’de din eğitimiyle ilgili, öğretmenlerin de eğitildiği İmam Hatip Liseleri, İlahiyat Fakültelerinin yapısı, zorunlu din dersleri gibi çeşitli konularda iyileştirmeye ihtiyaç bulunmaktadır. Bugünkü haliyle devletin finanse ettiği din eğitimi ve hizmetleri Türkiye’deki çoğulcu yapıya uygun olmayıp, hala çoğunlukçu ve tepeden inmeci bir zihniyetin izlerini taşımaktadır. Hükümetler yukarıda özetlenen bu öncelikli meseleleri bir an önce ele almak ve çözümlemek zorundadır. Bunu yaparken gerek hükümetlerin, gerekse mahkemelerin bu sorunlarda taraf olan Diyanet gibi kurumlara başvurması konuyu çözümsüzlüğe itmekten başka bir işe yaramayacaktır. Burada çözüm ancak sorunu doğru bir şekilde anlamak ve kalıcı çareler üretmekle olanaklı olabilir. Bunun için de objektif verilere dayalı alan çalışmaları yapılması, belli bir mezhebe dayalı dayatmalardan kaçınılması, yansız bir tavır takınılması gerekmektedir. Eğer, bu zamana kadar ki tecrübede ısrar edilerek, din eğitimi ve hizmetlerinde mezhepçi anlayış uygulanmaya devam edilecekse ve Alevi yurttaşların devletin dinle ilgili kurumlarına yönelik güvensizliği sürecekse, o zaman zorunlu DKAB derslerinin seçmeli hale getirilmesinden başka yol bulunmamaktadır. Kaldı ki sadece Aleviler değil Sünni yurttaşlarımızın bir bölümü de bu derslerden memnun değildirler. Burada sorun şu veya bu kesimin memnun edilmesinden çok, herkese hitap eden bir eğitim anlayışının Türkiye’de hakim kılınmasıdır. 2015 Türkiyesine yakışan da budur.
1 Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İ.İ.B.F., Siyasi Tarih Anabilim Dalı.
2 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi’nde 51.-4.33.7 no ile kayıtlı bulunan, “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Reisliği Yazıişleri ve Evrak Müdürlüğü’nce 13.04.1959 tarihinde müftülüklere yollanan yazıda; “Bazı İmamların alevi vatandaşlardan ölenlerin cenaze namazlarını kıldırmadıklarından sık sık şikayet olunmaktadır. Ehli sünnet itikadına muhalif İslam mezhepleri saliklerinin tekfir olunamıyacakları ehli sünnet mezhebince kabul edilmiş olduğuna göre…” diye devam eden yazıda Alevilik “Ehli sünnet itikadına muhalif İslam mezhebi” olarak tanımlanmasından da görüleceği üzere, Diyanet anayasaya da aykırı olarak kendisini “ehli sünnet mezhebi” içerisinde değerlendirmektedir. Böyle bir durumda devlet kurumları Alevilikle ilgili konuları nasıl buraya danışabilir ve bundan ne sonuç çıkar?
3 “Bu işi istediğiniz şekilde çözeceğiz”, Akşam Gazetesi, 27.02.2010.
4 Bu dersin programı 1982’de “Temel Eğitim Programı 1.Türkçe Eğitimi 2.Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” adıyla Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Sünni inanç anlayışının esas alındığı ve yaklaşık 30 yıldır süren bu derste Alevi öğrencilere zorla namaz kıldırmaktan tutun da, derslerde Aleviliğe hakarete kadar pek çok gelişme yaşanmış ve bunlar zaman zaman basına ve TBMM Tutanaklarına da yansımıştır.
5 Bu konuda bkz. Ali Yaman, Alevilik&Kızılbaşlık Tarihi, İstanbul, Nokta Kitap, 2011, s. 178-179.
6 Bu konuda bkz: “AİHM’den din dersi”, Hürriyet Gazetesi, 03 Temmuz 2006.
7 Binnaz Toprak – Ali Çarkoğlu (2006): Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset, İstanbul, TESEV Yayınları, 2006, s. 54.
8 Cemal Tosun, “Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Derslerinde Alevilik”, Türk Yurdu, c. 25, sayı: 210, (Şubat 2005) s. 41.
9 Hasan Onat, “Alevilik-Bektaşilik, Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersleri ve Diyanet”, Türk Yurdu, c. 25, sayı: 210, (Şubat 2005), s. 14.
10 Alevilerin şu anda okutulmakta olan kitaplara ilişkin tepkileri için bkz: “Din kitapları Alevileri de üzdü” Milliyet Gazetesi, 13 Ekim 2006.
11 http://www.bekirbozdag.com.tr/getting-started/78-haberler/187-bozdag-buguen-tv-de-temsilciler-meclisi-ne-konuk-oldu (Erişim tarihi: 13.01.2013)
12İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 5. Sınıf, Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2008, s. 38 ve devamı.
13İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 5. Sınıf, 4. B., Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2011, s. 27 ve devamı.
14 Mesele burada namaz konusuna yer verilmesi değil, namaz konusuna yer verildiyse, bundan sonra da Alevilerin Cem ibadetine yer verilmesi gerektiği, ama neden verilmediğidir.
15İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 6. Sınıf, Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2008, s. 40-74; İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 6. Sınıf, 4.b., Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2011, s. 29-62.
16İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 7. Sınıf, 4.b., Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2011, s. 91-101.
17Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 12. Sınıf, 4.b., Yazarlar: M. Akgül vd., Ankara: MEB Devlet Kitapları, 2011, s. 55-64.
18 http://www.radikal.com.tr/turkiye/birinci_sinifta_din_dersi_zorunlu_oldu-1246473